Ville Hermanni Valo 22 Kasım 1976 ‘ da Helsinki de dünyaya geldi . Çocukluk ve gençlik yılları boyunca Oulunkylä kasabasında yaşadı . Ailesi babası Kari , annesi Anita ve amatör Thai Box ile uğraşan ondan 8 yaş küçük kardeşi Jesse ‘ den meydana geliyor . “ Çocukluğum hakkında hatırlayabildiğim şeylerden ilki Oulunkylä kasabasındaki Kesoil benzin istasyonu . “ diyor valo . Doğumum hakkında herhangi bir resim vb bir şey yok . Sanırım Kätilöopisto hastanesinde doğmuşum veya Helsinki ‘ de herhangi bir köşede . “ Hayatımın ilk ayları sırasında Valilla ‘ da eski bir tahta evde yaşıyorduk . Daha sonradan Oulunkylä ‘ ya taşındık , sonraki 17 sene burada 3 odalı normal bir evde yaşadık ve tekrar taşındık . Okula Oulunkylä ‘ da başladım . Çocukluğum çok normaldi . Babam eski arabaları parlatırdı ve annemde 20 yıl boyunca bu görevdeydi . Onlar normal çalışan insanlardı . Küçükken , birkaç hayvanımız vardı . Bana nasıl yürüyeceğimi söyleyen bir köpeğimiz vardı . Adı Sami ‘ ydi . O öldüğünde bu benim için travmatik bir deneyim oldu , alerji ve astım hastalığım ortaya çıktı . Eminim ki bu psikolojik bir olay , en azından ben öyle düşünüyorum . Altın balığımız da vardı . Bir kaplumbağa ve diğer hayvan türlerinden . Hiçbir zaman , hala hafızalarında ; yeni yürümeye başlamaları gibi çocukluk anılarını sakladığını söyleyen insanları anlamadım . Evet bu gibi şeylerden hiçbirisini hatırlayamıyorum . Ben sadece birkaç hikaye anlatırdım . Bir aile dostu vardı Jallu adında . O kahrolası harika bir Elvis kopyasıydı . Ailemin hakkımda hatırladığı ilk müzikal hatıra , geçmişte verdiğimiz bir aile partisinde Jallu ‘ nun “ Are you Lonesome Tonight. “ şarkısını çalmaya başladığında şarkıyı seslendirmemdir .
Bir Elvis şarkısının askıyla bateri ritmlerini çaldığımda ailemin o anda düşüncesi “ O kesinlikle müzisyen olacak “ olmuştu . Çocukluğumun ilk korkunç hatırası da Jallu ile . Aslında daha ziyade oğluyla . Jallu ‘ nun oğlu Iron Maiden fanatiğiydi . Ve o zamanlar ben hala küçüktüm , 4 civarlarında falan . Onun odasına girmiştim . Akşamdı ve oda karanlıktı . Odanın içi Iron Maiden , Eddie Canavarı ve bunun gibi korkunç posterler ile doluydu . Altıma edecek gibi korkmuştum ve hemen odadan kaçtım . Belki bugün bile Eddie ‘ den hala biraz korkarım . Babam Oulunkylä benzin istasyonunda arabasını mahvettiğinde kaç yaşındaydım ? Her zaman birlikte olduğu adamlarla ? Herneyse , hala beni küçük parmağınla bile incitebileceğin kadar küçüktüm . Benzin istasyonunda ilk pin-up takvimimi gördüm ve anında alıverdim . Çocukluk anılarım arasından en gerçeği budur . Arabalar tamir olana kadar kendimi babamın cadillac ‘ ı veya Ford arabasıyla eğlendirirdim . O zamanlar babam taksi şoförüydü ve hemen hemen bütün müzik türlerini dinlerdi . Salomaa, Tuomari Nurmio, Tapio Rautavaara gibi geleneksel fin müzisyenleri . biraz eski country şarkıları ve normal parçalar . Pop müzik dinlemezdi . Biraz Helismaa ve J.J. Cale şarkıları belki biraz da Elvis . Zamandan zamana değişirdi . Ben hala ailemin eski plaklarını saklıyorum : Rolling Stones, Cat Stevens , biraz Reggae müzikleri , John Lee Hooker and Bo Diddley . Bunların hepsi harika . Ama tanrıya şükür ki ailemde pop müzik sever yoktu . Annem , ben bir bebekken ve ağlamaya başladığım zaman , babamın Rauli Badding Somerjoki grubundan Paratiisi adlı parçayı çaldığını anlatır . Daha sonra babam beni kucağına oturtup dans ettirirmiş ve ben ağlamayı bırakırmışım .
Bence bütün erkekler çocukken k*çlarında bir acı hissetmiştir . Bebekliğimden gerçekten hiçbirşey hatırlayamıyorum ama okulda beni hep bir sınıftan başkasına koyarlardı . Benden büyük çocuklarla kavga ederdim ve lider güçlü çocukla oynamaya çalışırdım . Hiperaktiftim ve yedi yaşlarında bana birçok türden testler yaptılar . Fakat sonunda doktorlar herhangi bir şey bulamadılar ve bu sayede sınıfta resim yapmak için özel iznim oldu . Çünkü başka türlü yerimde duramıyordum . Cidden kötü değildim ama biraz vahşiydim . Daha sonra okul yıllarım boyunca özel hiçbirşey olmadı . Genç çetelerle bazı tehlikeler oldu . Oulunkylä çetesi ve Patola kasabasından bir çete vardı . Fakat ben onlardan hep uzak durdum ve okuldan yakışık alır bir şekilde mezun oldum . Matematik her zaman favorim oldu . Fakat ilk matematik dersinde ismi Ekki Falk olan bir öğretmen benim için gerçek bir sorundu . O gerçekten çok katıydı . Beni sürekli soru sormak için karatahtaya çağırıyordu ve beni aptal durumuna düşürüyordu . O anda baya bıkkındım ve bu dersi öğrenmem gerektiğine karar verdim . Ve matematiğe baya çalıştım . Okulda resim , müzik ve tarih cool derslerdi . Fakat yinede okulların sadece zaman kaybı olduğunu düşüyorum tabi okuma ve yazmayı öğrendiğin ilk okullar hariç . Okul sadece birisi bir şeyleri öğrenmeye hazır olduğunda hizmet vermelidir . Otuz yaşında ve öğrenmeye gerçekten gönüllü olduğun zaman gibi mesela . Okul sadece zorunlu bir şeytan gibi bütün genç insanlar için ve herkes ondan nefret eder . Bu tür şeyleri gerçek anlamları olmadan sadece kalbinle öğrenirsin . İlkokuldan sonra Käpylä ‘ daki akşam okuluna gittim . Bir buçuk yıl devam ettikten sonra bıraktım çünkü daha fazla bir şey öğrenemiyordum . Devam etmek için daha fazla disipline sahip değildim . Otobüs yolu da çok uzundu . Kingston Wall grubunun eski üyesi gitarist Petri Walli ; Käpylä ‘ daki akşam okulumun İngilizce sınıfındaydı . Gençken en azından bir resim okuluna girmek için resim çalışmaları yapıyordum . 1984 yılında , 8 yaşındayken Kiss ‘ den Animalize ‘ ı dinledim . Bu benim o zamana kadar aldığım ilk albümdü . Bunun için kuzenim Pia ‘ ya teşekkür edebilirim . Kendim albümler ve albüm dükkanları hakkında hiçbir şey bilmiyordum . Pia bana Kiss ‘ in harika bir grup olduğunu söyledi , bende bir müzik marketine gittim ve raftan albümü kaptım . Kiss hakkında hiçbirşey bilmiyordum ama kuzenimin bana harika olduklarını söylediğinden beri bende müziklerinin cool olabileceğini düşünüyordum . Kısacası Pia benim beynimi yıkamıştı . Bu Kiss kaydı benim için hala çok kişisel ve özeldir .
Bir albümü dinlediğin zaman üzerinde son bir etki bırakması sıklıkla olan bir şeydir . Bana sorarsan onların çoğu albümüne gereğinden daha az değer verildi . Daha sonra onların bütün cd ve kasetlerini aldım . Ama asla müziklerini seviyormuş gibi yapmadım . Müzik sınıfına başlamak için bütün testleri geçtikten sonra bir enstrüman seçmem lazımdı . Çünkü Gene Simmons ‘ ın çok cool olduğunu düşünüyordum . Ben kesinlikle Bas gitar çalmaya başlamalıydım . Sadece bir enstrümana ihtiyacım vardı . Ailem bir dükkandan ikinci el bir bas gitar buldu . Onu bana verdikleri zaman harika bir andı .
Ben mantıklı bir insanım . Uzun süre bas gitarla uğraştım , kontroller ettim . O hala harikaydı ve ben hala çalıyordum . 70 ‘ li senelerden Dia SG marka bir gitardı . Daha sonra bas gitarı daha iyi enstrümanlarla değiştirdim ama bu gitarın hala bana verdiği zevkten çok acısını hatırlıyorum . Parmaklarım son derece hassastı ama annem hala daha çok çalışmam gerektiğini söylüyordu . Acaba annem bir müzisyen mi olmamı istiyordu bilmiyordum ama beni çalışmaya zorlaması çok güzeldi . Çalışmanın beni feci şekilde sıkmasına rağmen çalmasını öğrenmemin tek yolu buydu . Asla bir piyano çalmadım ve diğer klasik temel bilgilerim yoktu . Daha gelişmiş kültürlerin kıymetlerini bilmek yerine bir pop veya rock şarkısının nasıl çalınacağını öğrenmeyi tercih ettim . İlk bas gitar öğretmenimin ismi Hannu Talako idi . Oulunkylä ‘ daki okulun müzik sınıfında öğretmendi . Müzik seslendirme ve okuma gibi şeyleri öğreniyorduk . Öğretmen , biz bir şeyler öğrenene kadar acayip zorluyordu . Daha sonra ilk grubum oldu . 4. veya 5.sınıftaydım . Grubun ismi B.L.O.O.D ‘ du . Harflerin arasındaki noktalarla W.A.S.P gibiydi . Neden noktalar koyduğumuzu bilmiyorduk ama güzel gözüküyordu . İlk olarak müzik sınıfımızda bir performans sergiledik . Grubun diğer üyeleri benden daha büyüktü . Büyük ihtimal 6.sınıfta falandılar . Iron Maiden ‘ dan Run to the Hills şarkısının enstrümantel halini çaldık . Bu B.L.O.O.D için özel bir şeydi . İki tane bateristimiz vardı . Teki genelde provalarda çalardı . Daha sonra okul partilerinde çalmaya başladık . Grubun ismi o zamanlar The Elovena Boys olmuştu . Dire Straits ve U2 dan şarkılar çalıyorduk ve grup için ilk şarkımı o zaman yazdım . 5-6 konser verdik . Ben sadece bas çalıyordum ve hiç şarkı söylemedim . O zamanlar 9-10 yaşlarındaydım . Ama her şey sadece müzik değildi . 9 yıl kadar da Judo antremanı yaptım . ( LOOOOL !! ) Çok erken yaşlarda başlamıştım . Babamda boks yapıyordu . Bu tür sporları severdi . Boks yapmak istemediğim andan itibaren Judo sınıfına gittim . Daha henüz bir hafta kursa gitmiştim ki yeşil kuşak ve 3 madalya aldım . Daha sonra paten kaymaya başladım ve bunu uzun süre sürdürdüm . Ve o zamandan sonra artık çocuk değildim . O boktan ergenlik dönemine girdiğimde anneme o*ospu demeye başladım . Babam bana zorla binlerce kez o*ospu yazdırdı . Şimdi düşündüğümde gerçekten ne kadar kötü bir kelime olduğunu anlıyorum . Bin kez o*ospu yazdıktan sonra babam biraz olsun beni affetmişti . 7 sınıfın ilk dönemlerinde gerçekten çok yorgun düşmüştüm . 13 yaşındaydım . Gösterişsiz bir çocuktum . O zamanlar eğer beni Linde ile kıyaslarsan ne demek istediğimi anlardın . Asla bir kavgaya karışmazdım veya işte suç sayılabilecek şeyler yapmazdım . Paten ve müzik benim için daha önemliydi ve Oulunkylä ‘ da yaşarken stressiz bir hayatım vardı . Mige Patola da Linde ise Pakila ‘ nın doğusunda yaşıyordu . Bir sürü asılma ve bu tür olayların olduğu yerler . Yünlerin , pamukların içinde yetişen bir çocuktum . İlk alkol içmeyi denediğimde 2 veya 3 yaşındaydım . Babam beni yıkarken elinde hep bir kadeh viskisi olurdu . Bende denemek istiyordum . Ailem nasıl olsa bir kere içtiğim zaman iğreneceğimi ve belkide travma geçireceğimi sanıyorlardı . Viskiden bir yudum aldım ve “ Hmm tadı güzelmiş biraz daha alabilir miyim ? “ dedim . Tabi bu teşebbüs başarızlıkla sonuçlandı .
İlk kez 7 şişe birayı bir oturuşta devirdiğimde gerçekten mahvolmuştum ve Oulunkylä ‘ daki bir oyun parkında kendimi yere yığılmış halde buldum . İkinci içişim daha eğlenceliydi . Linde ve diğerleriyle paramızı birleştirip 7 kasa bira almıştık . Daha sonra Led Zeppelin ‘ i andıran bir şarkının klibini izledik . O zamanlar bir kız arkadaşım da vardı . Aşırı sarhoş oldum ve her tarafa kustum . O sırada da kız arkadaşımla yatakta sevişiyorduk ve onun üzerine de kustum . O anda polisler geldi çünkü aşırı gürültü yapmıştık . Hemen ağaçlara doğru kaçtık . Orada da kafayı çekmeyi sürdürdük ve sonra Linde ve yavuklusu beni Pakila ‘ nın doğusunda Joonas olan bir adamın odasına taşıdılar . Ailesi de yukarıdaki kattaydı . İlk olarak tuvalete gittim ve kustuk sonra yukarı kata çıktım ve orada karışıklık çıkardım . Joonas ‘ ın babası beni az daha dövüyordu . Bu benim ikinci kez haşat oluşumdu . Kendi ailemde benim bu kadar içmem hakkında çok endişeleniyorlardı ama yinede anlıyorlardı , bazı anlarda her şeyi denemek zorundasındır . Sıklıkla Lepakko ‘ ya giderdik , biraz punk dinlemeye ve biraz da Almanların o beyaz şaraplarından içmeye (Liebfrauenmilch ) . Burası bir alışveriş merkeziydi ve bir keresinde bir köşede sızdıktan sonra güvenlik görevlilerinin beni uyandırdığını hatırlıyorum . Orada kendi kusmuklarım üzerinde sızmıştım , sonra eve giden son otobüsü yakaladım ve yine otobüsün içindede kustum . Otobüs şöförü çok sinirlenmişti . Hemen beni kusmukların üzerinden kaldırdı bu sırada ben kendimi iyice kaybetmiştim . Bir şekilde taksi buldum . Eve geldiğimde anneme ve babama taksiye verdiğim para yüzünden bağırdım . Sinirimi onlardan çıkartıyordum sanki . Daha sonra üstümdeki kıyafetlerle yatağa atladım . Başım çok dönüyordu . Beklenmedik bir anda kapı açıldı ve annemler ışıkları yaktı . O anda gülmekten ölüyorlardı . Hiç bir şey yapmadılar . Tabiî ki de bana olanlar yüzünden endişelendiler Fakat daha öncede söylediğim gibi gençken her şeyi denemek zorundasındır .
Bunlara rağmen ilkokulda kızlara karşı ilgim vardı. Ama o dönemde bu ilgimi onlara çakıl taşı atarak gösterirdim ki diğer yandan bugün bile entelektüel anlamda halen onlara taş atmaktayım… Şey, aslında hiçbir zaman istikrarlı ilişkiler yaşayan türde bir adam olmadım ve okul yıllarımda hiç gerçek kız arkadaşlarım olmadı. Sadece, bazen bazı kızlarla flört ederdim. İlk seksimi çok geç yapmıştım ki bunun hakkında konuşmak bile istemiyorum. Eminim insanlar benim hakkımda tamamen farklı şeyler düşünüyordur ve Love-Metal habercisi olarak -ki öyleyim- kimseyi hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum… Tabii ki inandırmak için olsa bile herkesin gözler önüne sermemi istediği şekilde 12 ya da 7 yaşımda .eks yapabiliyormuş gibi davranıyordum. Sadece büyüyordum diyelim. Ta ki sağ elimin yardımını alana kadar. Şimdi zamanda geri dönelim Oulunkylä Pop ve Jazz okuluna. İlk gerçek grubum B.L.O.O.D.’dı. Burada bizim için önemli olan müziği prova ettik. Iron Maiden’ı kastediyorum. Elovena Boys’la birçok prova yaptım, ama sonra Aurora geldi. Aurora’da ben davul çaldım, Linde’de gitar çaldı. Ve ciddi olarak kendi şarkılarımızı yapmaya başladık. Linde ile tanıştığımda 7. sınıftaydım. Doğu Pakila ile Oulunkylä sınırı arasındaki bir okula gidiyordum ve Linde de aynı okuldaydı. O gitarist ben de bassist olduğumuzdan bazen birlikte çalıyorduk. İkimizde Charlie Parker veya ona benzer şeyler çalıyorduk. Yavaş yavaş diğer çocukları tanımaya başladım ve sık sık birlikte takılır olduk. Tıpkı bugün olduğu gibi Linde o zamanda aynı umutsuz adamdı. Belki de bugün daha içekapanık, konuşkan bir adamın sessiz olabileceği kadar sessiz. Ortaokul en kötü zamanlarımdı, aynı anda 6 ya da 7 grubu idare ediyordum ve günde en azından bir tane provam oluyordu. (Okuldaki Jazz ve Dixieland grupları ve ayrıca biraya ulaşma anlamına gelen Aurora). Shitter Limited’a gömüldük ve onların, Anna pillua Helena Pesola gibi ( ki İngilizce anlamı Fuck me, Helena Pesola gibi bir şey) klasiklerini çaldık. Aynı zamanda bu çizgide şarkılar yazdık ve yerel bir skandal yarattık. Ki oldukça havalı sayılır.
Solistimiz Erkki; bugünlerde Ihmepoika’da org çalıyor; bir keresinde tam bir şişe Koskenkorva* içip sarhoş olmuştu ve onu sahneye taşımak zorunda kalmıştık. O da destek direklerine çarpmış ve bütün spotları kafamın 5 cm yakınından devirmişti. Bütün bunların hepsi ilk şarkıdan önce gerçekleşmişti. Spotlar davulumun üzerine düştü ve her şey b.k oldu. Her şeyi düzeltmek asırlar sürdü. Bu grup gerçekten rock yaptığımız ilk gruptu. Aurora, bir sınıf gezisi; bir hippi parti organizesi; için para toplamaya karar vermemize dek altı ay kadar provaya devam etti. Aynı zamanda Deep Purple’dan Smoke On The Water, Jimi Hendrix’ten Purple Haze ve Black Sabbath’tan Paranoid’in provalarıyla da meşguldük. Okul partisi bir hafta sonra yapıldı, heyecanlanmıştık çünkü sonunda bir şeyler olmaya başlamıştı. Sonra zinde bir şizofrenik olan okul müdürümüz Matt Ilmonen okul salonuna girip bir daha okulunda hippi parti yapılmayacağı konusunda bağırdı çünkü bunun ot tüttürmek için olduğunu söyledi. Bu bütün partiyi mahvetti ve o adamdan nefret ettik. Halen öğretmenimizden gezi için para toplama iznimiz vardı… Mesela Amsterdam’da smoke pot (marihuana nargilesi)için. İntikam almak için Marti Ilmonen tunkee kyrpää suoleen ( İngilizce Matt Ilmonen puts his dick in the ass olan) adlı şarkıyı yazdık. Bu şarkıyı sonbahar konserinde çaldık ve bütün diğer öğretmenler gülmekten öldüler. İnsanlar tamamen çıldırdı ve etrafa sandalyeleri atmaya başladılar. Bu olaydan sonra Oulunkylä’da okul konserlerine çıkmamız yasaklandı. Ama sonuç olarak Amsterdam yolculuğumuzu gerçekleştirebildik. Parayı başka yolardan biriktirdik; kapı kapı dolaşıp donut sattık ve buna benzer şeyler yaptık. Bu bir müzik sınıfı gezisiydi; İsveç, Danimarka ve Almanya’yı geçerek Hollanda’ya gittik. Amaç yerel okullarda sahne almaktı. Hollanda’da üç ya da dört kez sahne almamıza rağmen gezi on gün sürdü. Amsterdam çok eğlenceliydi.
Daha önce bir kez yurtdışına çıkmıştım. 1991’de ailem ve erkek kardeşimle Tayland’a gitmiştim. Orda Noel’i ve yeni yılı kutlamıştık. Bu benim ilk gerçek gezimdi ve bugün bile öyle. Diğer tüm geziler bir şekilde müzik, tur ve promosyonla ilgiliydi. Hollanda gezisinde birçoğumuz kendimizi keşfettik. İnsanların yavaşça büyüdüğü bir zamandı; örneğin bazı homoseksüeller kendilerini açığa vurdular, inek öğrenciler tamamen bir çöküş yaşadılar çünkü yaşamda sadece ders çalışmanın olmadığını fark ettiler. Bu gezi iyi anlamda bir afetti ve bir sürü parti yaptık. Utrcht’te Amsterdam’a uzak olmayan “ama barı olan” bir öğrenci pansiyonunda kaldık. Burada her şeyi ayarladık ve tamamen salakça bir şekilde prog jazz çaldık. Kısa süreli bir iş için oldukça garipti. İnsanlar çatıya tırmandı ve gençliğe özgü bir sürü saçmalıklar yaptı. Tabii ki ben de orda biraz tüttürdüm. Şey, daha önce de zaten denemiştim.
Amsterdam’ da sadece birkaç saat kaldık ve gezmek için bize de vakit kaldı. Öğretmenler bize öğle yemeğe için 20 gulden(Hollanda parası) verdiler ve iki saat sonra aynı yerde buluşacağımızı söylediler. O dönemde berbat buklelerim vardı ve Reggea dinliyordum. Herkes Mc Donalds’a giderken ben en yakın Coffee Shop’a gittim ve hemen tüttürmeye başladım. Günümün geri kalanı duman altında geçti. Bu benim yabancı yasal uyuşturucularla ilk tanışmamdı. Eminim Linde de aynı deneyimleri yaşamıştır. Çünkü Linde de aynı Amsterdam gezisindeydi ama Mige değildi. Mige’yi tanıyordum ama o benden iki yaş büyüktü, Sibelius okulundaydı ve genelde kendi yaşıtlarıyla takılıyordu. Mige’yle üçüncü sınıfta bas çalmaya başladığımda tanışmıştım. O zaman beşinci sınıftaydı. Mige de bas çaldığı için beraber takılıyorduk ama daha çok baslarımızı çalarak vakit geçiriyorduk. Mige Tuusula’da yaşadığı için onu o kadar da sık göremiyordum. Mige bugünkü gibiydi. İğrenç korkardı çünkü hiçbir zaman gerçek anlamda yıkanmazdı. Mige 13 yıl boyunca dişlerini hiç fırçalamadı. Sahiden. Ve hiç çürüğü ya da başka bir şeyi olmadı, inanması zor di’mi? Mige sanatsal bir aileden geliyor. O bir ucubeydi; iki farklı ayakkabı giyerdi, akıl almaz derecede pis uzun saçlara, olağanüstü çirkin kıyafetlere ve en değişik arkadaşlara sahipti. Kendimi her zaman Mige’den daha iyi bir bassist olarak kabul ettim ve buna rağmen onunla hiçbir problemimiz olmadı. Mige ve ben hala gece ve gündüz gibiyiz. Çok farklıyız bu yüzden herhangi bir şey için aramızda çekememezlik yok. İkimiz de dengeliyiz ama çok değişik, gerçekten tuhaf bir yönde.
Sonunda 18 yaşımı doldurunca evden ayrıldım. Dairemin parasını ailem ödüyordu ve böylelikle şehir merkezine taşındım. Bu durumun ortaya çıkmasında kullanmam gereken ilaçları(kortizon) işe yarmadıklarını düşündüğümden kullanmamam, alerjilerim ve astımım olmasına rağmen ilaç tedavilerini takip etmemem etkilidir. Ailem hala yaşamakta olan Fido isimli bir Danua almışlardı. Hayvan, kafasına tekme attığı halde onu uyutmak isteyen sahibinden kurtarılmıştı. O sıralarda kuzenim Pia bir veterinerdi. Hayvanda sahibi dışında bir sorun olmadığını söyledi. Böylece biz de onu evlat edindik. Fido ilk başlarda biraz ürkekti ama şimdi ailedeki herkesle iyi geçiniyor. Böylelikle ailem köpeği eve getirdi ve herhangi bir alerjik tepki gösterecek miyim diye öğrenmeye çalıştık. Yıllardır herhangi bir problem yaşamamıştım. Ama daha sonra ağır bir astım krizi geçirdim ki beni ambulansla hastaneye götürdüler ve orada iki haftayı akciğer kanserli hastalarla aynı yerde geçirdim. Bu olaydan sonra babam apartman dairesini bir çeşit doğum günü hediyesi olarak kiraladı. Hastaneye geldi ve apartman dairesini tuttuğunu söyledi; tabii ki çok mutlu oldum. Hastaneden direkt yeni daireye taşındım ve ailem de köpeği evde tutabildi. Lanet, ama yine de iyi bir zamanlamaydı. Daire güney Bulevardi’de havalı bir yerdeydi. 23 metrekarelik küçük bir yerdi. Size açık adresi vermemeyi tercih ederim çünkü şu anda orda Mige oturuyor. Kendi yerine taşınmak olağanüstü bir duyguydu. Mastürbasyon yaparken birinin tuvaletin kapısını açmasından korkmamak, istediğin saatte yatabilmek, müzik çalmak veya yapmak, ne istersen onu yapmak, bu gerçek özgürlüktü. En azından benim için 18 yaş evi terk etmek için oldukça iyi bir yaştı. Yalnızca bunu tavsiye edebilirim. Ailem muhtemelen okulu bırakınca hayal kırıklığına uğradı. Ama babamın bugün bile hala sürücü lisansımı alamadığım için daha çok hayal kırıklığına uğradığına dair bir his var içimde.
İşte sevgili Villemizin kendi ağzından hayatı
İyi okumalar