Çocukluktan ergenliğe geçişten beri en büyük arkadaşım metal müziktir. 6 yıl önce rock markette duyduğum bir Maiden şarkısıyla bu virüs benimde kanıma girdi. Zaman geçtikçe metalden beklentilerimde değişmeye başlamıştı. morbid angel ile uyanıyor Cannibal ile okula gidiyor Deicide ile etrafa pis pis bakıyor Obituary ile uyuyordum. İşte bu deli yıllarda tesadüf eseri Empyrium ile tanıştım.
İlk başta yadırgadım müziklerini ama zamanla bağımlısı oldum tıpkı sigara gibi ilk merak edersin sonra tiksinir zamanla bağımlısı olursun aynen öyle işte. Empyrium un külliyatı içinde bir eser vardır ki ilk dinlediğim gün gibi hala beni alt üst eder : Song Of Moors & Misty Fields
'97 senesinde kaydedilmiş bu albümün yaratıcıları şöyle :
Markus Stock : Vocals, drums, guitars, bass
Andreas Bach : Synthetizer
Nadine Moelter : Flutes, cello
Albüm buram buram avrupa folk müziği kokan bir intro ile açılıyor intronun sözleri biraz sonra gelecek eserlerin habercisi adeta
``gölgeler daha da uzadığında
ve güneş gelecek olan gece için batarken
acılarımız daha güçlü
karanlık ve ölüm şimdi bizim tarafımıza yakın.
birçok güneş batacak ve acının gözyaşları dökülecek... ``
Bu sözlerin etkisi altındayken albümün gizli kahramanı the blue mists of night müthiş bir girişle başlıyor. ilk bir buçuk dakika şarkı orta tempolu ve seri biçimde ilerlerken birden boyut atlıyor ve yerini müthiş melankolik dakikalara bırakıyor. Albümün bir başyapıt olduğunu daha ilk şarkılardan anlayabiliyorsunuz. Parça sona ererken insan düşünmeden yapamıyor bu adam nasıl bir acı içinde de bu şarkıyı yapmış ?
Sıradaki parça dinleyenleri kapkaranlık ıssız bir ormanın içindeki mezarlığa atıveriyor insanı. Tıpkı dünyaya sebepsiz atıldığımız gibi albümün en güzide çalışması klavyeler o kadar iyi kullanılmış yan flüt şarkılara o kadar iyi eşlik etmiş ki insan hayranlığinı gizleyemiyor. Bu şarkıyı müziği boş bir mutluluk olarak görenler anlayamıyacaktır ama melankoli ile yoğrulmuş kalpler müziği bir amaç tutku olarak görenler bu şarkıya kayıtsız kalamayacaktır. Müzik şarkı boyunca insanın içini titretirken sözler de müziğe eşlik ediyor. Mükemmel bir uyum. Ve müthiş bir solo
``kefenler içindeki bereketsiz ağaçlar
Taşlar kadar eski..
Terkedilmiş aşklara yas tutanlar
Hüzünleri daima sesssizliği büyütüyor ``
3. Parçayı da sağ salim atlatabilmiş dayanıklı insanlar için albümün en çok bilinen ve sevilen eseri Ode To Melancholy geliyor. Bu parça melankoliye yazılmış bir güzelleme adeta
``Melankoli değerli acıklı şarabın hala arzum
Süpür beni sana ait olan vadiye
Hüznün ve neşenin kuvvetli olduğu yere ``
Parçanın 5. dakikasından itibaren öle dokunaklı melodiler çıkıyor ki ... bu parça bir klasik
Sıradaki eser lovers grief ilk 4 şarkıdan itibaren alıştıgınız albümün soundu burada da devam ediyor. Vokalist Marcus müthiş bir performans sergiliyor bu parçada ve gitarlar da çok klas , 4, dakikasında şarkı yavaşlıyor ve acı tavan yapıyor gitarlar piyanoya eşlik ederken size sadece bu müthiş uyumu dinlemek kalıyor.
``Bu sonsuz değil biliyorum
hiçbir aşk aşamadı zamanın duvarlarını!
hiçbir güzellik sonsuz değil, güzelliğin sonsuz değil!
ama, ah, kalbinin sonsuza dek benim olmasını öyle çok isterdim ki...`
Albümün son şarkısı The ensemble of silence kapanış için müthiş bir seçim yan flüt bu şarkıda sergileyebileceği en iyi performansı sağlıyor parça 2:15. dakikasından sonra tekrardan boyut atlıyor ve albümün genel sounduna uyum sağlıyor. Tavsiyem albümü gece dinlemenizdir. Bu parça albümün geneli gibi geceyi gözlerinizin önünden alıp kalbinize hapsediyor. Melankoliye bire bir bağlı bir albüm. Hüzün verirken aynı zamanda hüzün ile mutlu olunacağını anlıyorsunuz.
``melankoli hüzünlü olma mutluluğudur ``
Victor Hugo